Kahve, dünyada yaklaşık olarak 1200 yıldır en yaygın kullanılan içeceklerden biri. Kahve tohumları içerisinde yüzlerce bileşik bulunmaktadır; alkaloitler, azotlu bileşikler, vitaminler, karbonhidratlar, lipitler, fenolik bileşikler ve ayrıca bu bileşiklerden tohumların kavrulması sırasında çeşitli maddeler oluşmaktadır. Kahve tüketimi ile ilgili popüler kaynaklarda sık sık yer alan yazılarda kahvenin özellikle kafein içeriğine bağlı olarak çoğunlukla olumsuz ve bazen de olumlu etkilerinden bahsedilmektedir. Aslında bu olumsuz yazılar çoğunlukla yüksek miktarda kahve ile birlikte sigara tüketen ve hareketsiz yaşam tarzına sahip kişiler üzerindeki gözlemsel bulgulara ya da yapılan bazı çalışmaların yorumlarına dayanmaktadır. Ancak son yıllarda yürütülen bilimsel çalışmalarda kahvenin özellikle bazı kronik hastalıkların gelişimini önleyebildiği ortaya konulmuştur.
Son yıllarda giderek artan bilimsel araştırma bulguları, çeşitli şekillerde soğuk ya da sıcak kahve ürünlerinin içilmesinin karaciğer işlevleri üzerinde olumlu etkileri bulunduğunu ve bazı karaciğer hastalıklarının gelişimini önleyebileceğini göstermektedir. Saha çalışmaları ile, günde 3 bardak kahve tüketimi ile çeşitli etkenlerin yol açtığı karaciğer harabiyetini azalttığı tespit edilmiştir. Bu etkinin henüz hangi kahve bileşenlerine bağlı olarak sağlandığı bilinmemekte, kahve içerisinde bulunan kafein, kahveol, kafestol ve antioksidan bileşenlerinin rol oynadığı öne sürülmektedir.
Karaciğer hücrelerinde meydana gelen hasarın göstergesi olarak kan serumunda karaciğer enzimlerinin (alanin aminotransferaz, gama-glutamil transferaz) sevilerinde artış görülmektedir. Bu durum karaciğer hastalıklarının yanı sıra özellikle yüksek miktarda alkollü içki tüketenlerde veya bazı ilaçların (parasetamol vb.) kullanımı ile de ortaya çıkmaktadır. Yapılan saha çalışmalarında kahve tüketimi ile serum karaciğer enzim seviyeleri arasında ters ilişki gözlenmiştir. Deneysel çalışmalarda kahve içerisindeki temel bileşenlerden biri olan kafeinin, dönüştürücü büyüme faktörü beta-1 (TGF-beta1) oluşumunu baskıladığı tespit edilmiştir. TGF-beta1, karaciğer fibrözü, sirozu ve karaciğer kanseri gelişiminde önemli etkenlerden biri olarak bilinmektedir. Dolayısıyla kahve tüketiminin bu önemli karaciğer hastalıklarından korunmızda yararlı olabileceği düşünülmektedir.
Bu öngörüleri destekleyen saha çalışmaları (prospektif ya da retrospektif) da bulunuyor. Kahve tüketimi arttıkça siroz riskinin azaldığı, ancak kafein taşıyan diğer bir içecek olan çayın ve diğer içeceklerin aynı etkiyi göstermediği bildiriliyor. Dolayısıyla kahve içerisinde bulunan diğer bileşenlerin de bu etkide rol oynadığı öne sürülüyor. Ellibin kişinin onyedi yıl boyunca izlendiği bir kapsamlı saha çalışmasının konusu aslında kalp ve damar hastalıkları; çalışma süresince dörtbinikiyüzyedi kişinin çeşitli kalp ve damar hastalıklarına bağlı olarak öldüğü tespit edilmiş. Bu çalışmada elde edilen yan bulgular değerlendirildiğinde 53 kişinin siroz nedeniyle kaybedildiği, günde 3 ve daha fazla bardak kahve içen kişilerde 2 ve daha az kahve içenlere oranla siroz gelişimi riskinin daha düşük olduğu tespit edilmiş. Japonya’da yapılan bir saha çalışmasında da kahve kullananlarda karaciğer kanseri gelişimi riskinin daha düşük olduğu gözlenmiş. Şüphesiz bu konuda daha kesin bir yargıya varmak için daha fazla ayrıntılı klinik çalışma sonuçlarına ihtiyaç duyulmaktadır.
Kahve tüketimi ile ilgili bu olumlu bulgulara bakarak kahve tüketimini abartmak da riskli olabiliyor. En önemli riskler ise taşıdığı kafeine bağlı olarak ortaya çıkan “kafeinizm” tablosu ve bazı ilaçlar ile olan olumsuz etkileşmeler. Bu nedenle, sürekli ilaç kullananların, kullandıkları ilaçlarla ilgili bilgi uyarılarını iyice incelemesini öneririm.