Geçen hafta Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından bazı bitkisel ürünlerin aktar ve baharatçı dükkanlarında satışının yasaklanması üzerine bazı televizyon kanallarında yaptığım konuşmalar ve bu konuda yazdığım köşe yazımla ilgili olarak bir okuyucumdan mesaj aldım. Kendisinin şifalı bitkiler işi ile uğraştığından bahsederek, bu yasaklamanın adil olmadığını, büyük tekellerin rantını artırmak için bir oyun olduğu şeklindeki görüşlerini sıralıyordu.
Aktarlık kurumu geleneksel tedavi kavramının bir öğesi olarak, tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi, Anadolu’da da yüzyıllar boyunca sağlık hizmeti vermiştir. Usta-çırak eğitimi ile edindiği bilgiler ile hastalara sağlık hizmeti vermeye çalışan “Halk Hekimleri” hekimin rolünü ve yazılan deva formüllerinin temin edildiği “Aktarlar” ise eczacının rolünü üstlenmiştir. Ülkemizde güncel anlamda tıp ve eczacılık eğitiminin geçmişi Tanzimat Fermanı ilanına, yani 173 yıl öncesine dayanmaktadır (ondokuzuncu yüzyıl). Ancak geçen sürelerde bu okullardan mezun olan hekim ve eczacıların sayısının yetersizliği nedeniyle halk hekimi ve aktarlık kurumları uzun yıllar hizmet vermeye devam etmiştir.
Artık yirmibirinci yüzyıldayız. Aradan geçen süreçte değişen ve gelişen sağlık politikaları ile sağlık hizmetinin kapsamı, tam anlamıyla olmasa bile, tüm yurda yaygınlaştı. İnsanlarımız artık hastalandığında halk hekimine değil, en donanımlı hastanelere gidip hekimlere muayene olmayı tercih ediyor. Aynı şekilde dişi ağrıdığında eskiden olduğu gibi berberlere değil, diş hekimine gidiyor. Günümüzde reçetelenen ilaçların temin edildiği adresler ise Eczaneler. Ancak eskiden ve günümüzde reçetelenen ilaçlar arasında önemli bir fark var; eskiden şifalı bitkiler kullanılırken, şimdi doğadan ya da sentezlenerek elde edilen kuvvetli etkili ilaçlar var. Dolayısıyla etkin bir tedavi için uygulanacak ilaç miktarının hassas bir şekilde eczacı ve hekim tarafından ayarlanması zorunlu, aksi takdirde zararlı ve hatta ölümcül olabilir. Nitekim daha önce de belirttiğim gibi ”Eczacılık, zehir ve deva arasındaki ince çizgiyi insan sağlığı yararına kullanabilme sanatıdır”.
Günümüzde ilaç denilince en basit tanımı ile, teşhis, tedavi ya da sağlığı korumak amacıyla uygulandığında vücutta fizyolojik bir cevap meydana getiren doğal (bitkisel, hayvansal, vd.) ya da sentetik kaynaklı farmasötik ürünler anlaşılmaktadır. Farmasötik ürünlerden kasdedilen tablet, kapsül, şurup, damla, bitkisel çay gibi ilaç şekilleridir. Dolayısıyla, ilaç şekilleri haline getirilmiş tüm ürünlerin eczacının sorumluluğu altında kullanılması önemlidir. Bu bakımdan Sağlık Bakanlığının açıkladığı bu önlem insan sağlığı bakımından son derece doğru bir karardır.
Bu konuda bazı örnekler vermek isterim. Sarmısak şifalı bir bitkidir. Yemeklerimize lezzet katmak için pazaryeri ya da manavdan satın alırız. Ancak sarmısağın tedavi edici özelliğinden yararlanmak istiyorsak bağırsakta çözünen kapsülünün kullanılması gerekir. Sarmısak içerisinde bulunan alliin maddesi etkisizdir, etkili olabilmesi için sarmısağın ezildikten sonra bir enzim ile (allinaz) temasa geçmesi gerekir. Bu suretle etkili madde olan allisin meydana gelir. Sarmısağı pişirdiğinizde bu dönüşüm gerçekleşemez. Sarmısak tableti yutsanız yine etkili olamaz, çünkü gerek havanın etkisi ile ve gerekse mide asit ortamında hızla yapısı bozulur. Dolayısıyla manavda bir lezzet öğesi iken, uygun şekilde hazırlanmış ilaç şekli eczanede önemli bir ilaçtır. Ancak hekimin yazdığı kan sulandırıcı ilaçları kullanan kişilerde sarmısağın kontrolsüz kullanımı kanama riskine yol açabilmektedir. Bu bakımdan hastanın hangi ilaçları kullandığını bilen eczacısının yakın kontrolü gerekir.
Yine yemeklerimize lezzet katan zencefil, doğal olarak market ve baharatçılarda bulundurulmaktadır. Ancak belli bir miktarın üzerinde hamilelerde düşüğe yol açabilmektedir. Yani hamilelerde sıkı hekim ve eczacı kontrolü gerekir.
Son bir örneği de sarı kantarondan vermek isterim. Çevremde insanların şifalı diye sık sık sarı kantaron çayı içtiğini duyuyorum. Bu gelişigüzel uygulamaya ben olumlu bakmıyorum. Sarı kantaron özütünün hafif ve orta derecede depresyonlarda etkili olduğu bulunmuştur. Ancak çay halinde hazırlandığında etkili bileşenlerin havanın oksijeni ve ısı etkisi ile etkisiz hale dönüştüğü bilinmektedir. Dolayısıyla depresyon tedavisinde standart özüt ile hazırlanan kapsüllerin yeterli miktarda (günde 900 miligram) kullanılması gerekir. Bunun haricinde organ nakli olan kişilerin kesinlikle sarı kantaron kullanmamaları gerekir. Ayrıca bazı ilaçlar ile etkileşebildiğinden eczacının yakın takibi gerekir.
Sağlık Bakanlığınca satışı yasaklanan ürünlerin hepsi zayıflatıcı ve cinsel gücü artırıcı etkili ya da depresyon ve bağışıklık sistemi üzerinde etkili olan, yani vücutta fizyolojik bir değişiklik meydana getirmek üzere pazarlanan ürünler. Bunlar hekim ve eczacının kontrolünde kullanılmalı. Kimse sağlık için risk taşımayan (miktar abartılmadığında) ama sağlığımız için son derece yararlı olduğu bilimsel çalışmalar ile ortaya konulan çörek otu, zerdeçal, karabiber, kimyon gibi baharatların ya da badem, ceviz, fındık vd. kuruyemişlerin aktar ve baharatçılarda satışını engellemeye çalışmıyor.
Şüphesiz burada muhatap sadece aktarlar ya da baharatçılar olmamalı, bu tip ürünlerin kontrolsüz bir şekilde satıldığı televizyon kanalları ile radyolar ve diğer pazarlama ortamlarını da kapsamalıdır. Bu konuda alınacak önlemleri sabırsızlıkla bekliyoruz.