
Bilimsel çalışmalar günlük hayatın vazgeçilmez bazı öğelerinin aslında sağlığımız için risk oluşturduğunu ortaya koydukça hayal kırıklığı yaşıyoruz. 1930’lu 40’lı yıllarda ünlü sanatçıların “Bir prestij sembolü” ve hatta hekimlerin “Sağlığınız için Sigara için” sloganlarıyla yaptığı reklamlar ile sigara içilmesi desteklenirken; “kanser” yaptığını öğrendik. Şimdi sigara tiryakiliğine karşı bir savaş veriliyor. Ardından tuz, beyaz un, vd.
Geçtiğimiz Şubat ayında ise, meyve ve sebzelerde bulunan ve her bir derde deva olarak gördüğümüz antioksidanlar hedefteydi. Nobelli bilim adamı Prof. Watson’un “Antioksidanlar vücudumuzdaki hücrelerin yaşlanmasını önlerken, kanser tedavisi uygulanan hastalarda kanser ilaçları ile öldürülmeye çalışılan kanser hücrelerinin ölümünü de engelleyebileceği” şeklindeki iddiaları ile şaşırdık. Hatta gazete manşetlerine “Antioksidanlar Kanser yapıyor” gibi saçma bir manşetle taşındı.
Son dönemlerde ise bir başka zevkimiz, tiryakiliğimiz olan “Şeker” hedefte. Aslında epey bir süredir obezite, şeker hastalığı, metabolik sendrom, vb. gibi hastalıkların başlıca etkeni olarak hedefteydi, ama “kanser hücrelerini beslediği, gelişimini sağladığı” yönündeki bilimsel bulgular sanırım son noktayı koydu.
Rahmetli Cahit Sıtkı Tarancı’nın söylediği gibi “Neden düşman görünürsünüz, yıllar yılı dost bildiğim aynalar”. Düşman mı oldu artık tüm bu sevdiklerimiz?
Sağlık konusunda yapılan bazı yorumlarda artık antioksidanların yanı sıra şeker taşıdığı için bazı meyve ve sebzelerin bile yenilmesinden kaçınılması öneriliyor. Aklınız mı karıştı?
Aslında tüm sorun besinlerdeki bileşenlerin saflaştırılması ile başlıyor (tabi sigara hariç). Unu saflaştırınca yararlı olan kepeği atıyoruz, geriye glisemi indeksi yüksek nişasta kalıyor; tuzu saflaştırınca geriye zararlı olan sodyum klorür kalıyor. Meyvelerdeki şeker ise sofralarımızda kullandığımız saflaştırılmış şekerden (sakaroz) farklı özellikler taşıyor. Glisemi indeksi söz konusu olduğunda, şüphesiz, kan şekerinde yol açabileceği yükselmeye bağlı olarak bazı olumsuz sonuçlar görülmesi mümkün; ancak miktarı abartmadığınızda, normal ölçüde tüketildiğinde, herhangi bir risk söz konusu değil. Çünkü sağlığımızı sürdürmek için meyve ve sebzelerdeki bileşenlere ihtiyacımız var. Ama diyeceksiniz ki, meyve ve sebzeler antioksidanlar bakımından zengin, riskli olmaz mı? Kanımca antioksidanlar ile ilgili bu hipotez doğru olması mümkün olmayan, tamamen kuramsal bir iddia. Çünkü bitkisel antioksidanlar genellikle vücuda girdikten sonra mideden başlayarak, bağırsaklar ve karaciğerde yapısal değişikliğe uğruyor. Dolayısıyla deneysel (in vitro) çalışmaların sonuçlarına bakılarak yapılan bu şekildeki yorumlar yanıltıcı olur. Benzer bir hata 1980’lerin başında yapılmış, deneysel bulguların sonuçlarına yapılan yorumlar ile kuvvetli bir antioksidan olan kersetin türevlerinin kansere yol açtığı iddiaları ile ortalık çalkalanmıştı. Bu gün kansere karşı koruyucu olarak önerilen elma, soğan, içtiğimiz çay, vb. doğal ürünlerin, o zamanlar kansere yol açtığı ileri sürülmüştü.
Sonuç olarak, günümüzde bilim ve teknolojideki hızlı gelişmelere rağmen insanoğlu henüz doğadaki o muhteşem dengeyi çözebilmiş değil; doğanın sırları karşısında halâ çaresiz. Bazı deneysel sonuçlara bakarak “Bilimsel Yorum” yaptığını zannedenler ise doğadaki “SİNERJİSTİK ETKİLEŞİMİN” katkısını hesaplayamıyor.