Köroğlu’nun bilinen sözü “Silah çıktı, mertlik bozuldu” günümüzde internet için uyarlanırsa “İnternet çıktı, önüne gelen yazıyor” şeklinde ifade edilebilir. Sadece internet ile sınırlı değil tabi; sosyal medya, gazete ve TV programları ile insanlar bir kâbusa, paranoyaya sürükleniyor. Bu kaynaklardaki bilgi kirliliği artık dev boyutlara erişti. İnsanlar okudukça artık her şeyden çekinir, korkar hale geliyor. Bu işi, daha fazla rating, daha fazla takipçi adına meslek ya da hobi haline getirenler var. Şüphesiz endüstrileşmenin getirdiği çevre yükü nedeniyle bunların tümünün asılsız olduğunu söylemek “devekuşuluk”, yani kafayı kuma gömmek, olacaktır. Benim eleştirdiğim husus, bu iddiaların doğruluğunun ayrıntılı olarak incelemeden ortaya atılması. Bu konuda güzel bir örnek, sevgili hocam Prof.Dr. Ekrem Sezik tarafından mesleki bir yayın olan “Eczacı” dergisinin son sayısında yayımlanan yazısı.
İnternet ve sosyal medyada, halk arasında “sallama çay” olarak adlandırılan poşet çaylarla ilgili ciddi iddialar dolaşıyor;
“Nasıl oluyor da kâğıt suya girince dağılmıyor?”, “Rengini beyazlatmak için klorlu beyazlatıcılar kullanılıyor”, “Suda eriyip yırtılmayı önlemek için epiklorohidrin ile muamele ediliyor. Epiklorohidrin, böcek ilacı ve kanserojen bir madde ve suyla birleştiğinde, kısırlık ve bağışıklığı baskılayan 3-MCPD isimli bir maddeye dönüşüyor.”.
Haberin izi peşinde
Prof. Sezik, poşet çaylarla ilgili olumsuz haberin kaynağının ABD’de bitki çayları paketleyen bir firma olduğunu tespit ediyor. Firmaya yazarak, kendisine bu konuda raporların gönderilmesini talep ediyor. Hiçbir ses yok. Yani ticari olarak kendilerine bir avantaj sağlamak istemiş ABD firması, yalan haber ile. Bunun üzerine ülkemizdeki poşet çay yapımında kullanılan kâğıtların üretildiği Almanya’daki firma ile iletişime geçiyor. Davet üzerine tesisleri incelemeye gidiyor.
Poşet çay kâğıdı nasıl üretiliyor?
Poşet çay üretiminde herkesin bildiğinin aksine normal selüloz kâğıt kullanılmaz. Zaten bu nedenle kafaları almıyor; nasıl oluyor da kâğıt suya girince parçalanmıyor; mutlaka işlemler yapılıyordur diye düşünüyorlar. Hâlbuki bitkilerdeki sklerenkima liflerinin ne kadar kuvvetli olduğunu, gemilerdeki urganların, bez çuvalların, ya da keten veya pamuklu kumaşların temel bileşeni olduğunu bilemezler. Japon parası olan “yen” kağıtları da Daphne bitkisinin liflerinden elde edildiğinden eskimeye dirençlidir.
Poşet çay torbaları, “abaka” adı verilen bir muz türü “Musa textilis” yapraklarının kalın saplarından çıkan ve 10-25 yaprak taşıyan sürgünden “elde edilen liflerden hazırlanıyor. Lifler özel bıçak ya da makineler ile sıyrılarak ayrılıyor ve su ile yıkanarak kurumaya bırakılıyor. Kurutulan lifler işlenmek üzere fabrikaya (Almanya, İngiltere) gönderiliyor. Halen toplam abaka lif üretiminin yüzde seksen beşi Filipinler’de.
Hazırlanan kâğıt hamuru hidrojen peroksit ile beyazlatılıyor. Hidrojen peroksit bizim yaralarımızı temizlemede kullandığımız “oksijenli su”. Hidrojen peroksit organik maddeler ile temasa geçtiğinde açığa çıkan oksijen organik maddeleri parçalar, herhangi bir artık bırakmaz. 1990’lar öncesinde beyazlatma amacıyla klorin dioksit kullanılırmış (zaten o zamanlarda ülkemizde poşet çay kavramı yaygın değildi). Ama artık kullanılmıyor. Yani gıda güvenliği ile ilgili bazı internet sitelerinde yer alan “beyazlatmada klorlu beyazlatıcılar kullanılıyor” bilgisi eski ve gerçek değil. Poşet kâğıdı elde edildikten sonra bir seri analizden geçiriliyor; çözücü kalıntısı, ağır metal, total azot, vd.
Burada bir hususu belirtmekte yarar görüyorum. Yukarıda bahsi geçen ürün kaliteli firmaların kullandığı poşet çay torbası, Çin’de veya diğer üçüncü dünya ülkelerinde daha ucuza elde edilerek pazarlanan poşet ambalajlar için de “Güvenlidir” anlamına gelmez.
Sonuç olarak, internet, sosyal medya ya da görsel veya yazılı basında çıkan “atlama” haberlere, bilgiçlik taslayan kişilerin iddialarına kanarak hayatınızı, yaşam enerjinizi KARARTMAYIN!